Katherine Rhonda Seherbaz
Galleon : 0 Mesaj Sayısı : 3
| Konu: Katherine Rhonda Perş. Ağus. 02, 2012 6:20 pm | |
| Katherine Rhonda. 25. Oldukça hırslı ve zekidir. Gözü kara yapısı başını hiç beladan kurtarmasa da o zorluklarla baş etmeyi bu sayede öğrenmiştir. Çoğu zaman neşeli ve eğlencelidir. Sıcak kanlı oluşu ona oldukça geniş bir çevre bahşetmiştir. Dilediğini elde etmede üstüne yoktur. Seherbaz. Çocukluğunda ailesi bir kaç ölüm yiyen kurbanı olmuştur. O akşam yemin edip ne olursa olsun onları öldüreceğine ve intikamını alacağına inanmıştır tüm okul hayatı boyunca. - Örnek Rol Oyunu.:
Gece resmen delirmişti. Gökyüzünün o kara görüntüsü çakan her şimşekle aydınlanıp gündüzü oluşturuyordu. Ben bu görüntüyü odamın penceresine yaslanmış biraz korku, birden bire içimde beliren bir merak ve beklentiyle izliyordum. Gürültüye kulağım alıştığı için artık eskisi gibi ürküp sıçramıyordum. Ama bu sefer gördüğüm çok farklı bir şeydi. Işıklar öyle bir dağılmıştı ki dans ediyor gibiydiler. Yağmur gibi yağan parlaklığa baktım. Hepsi bir bütünken parçalanıp ayrıldılar. Şimşeğin o kuvvetli gürültüsüyle oluşan baskıdan dolabımın kapağı açıldı. Koşup kapağa yapıştım. Kapatmam ile aynada kendimle karşılaşmam bir oldu. Beyaz geceliğim beyaz tenimle birleşip bana ruhani bir hava katmıştı. Siyah saçlarım omuzlarımdan dağınık bir şekilde bir tül gibi üstüme dökülüyordu. Gözlerim büyüyerek o eşsiz mavi rengi gece karanlığında laciverde dönüşmüştü. Yüzümdeki ifadelere baktım. Neydi onlar? Kibir, küstahlık? Biraz korku? Ve endişe... Pencereye yöneldim ve dışarıyı izlemeye koyuldum. Ağacın altında tanıdık bir görüntü vardı sanki. Aydınlanan kavak, altındaki gizi gözler önüne serdi. Beyaz bir yün yumağı. Liv. Kendimi bildim bileli yanımdan bir kez olsun ayrılmayan köpeğim, o sağanak yağmurun altında gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Pencereyi açarak ona doğru bağırdım: 'Liv! Ne yapıyorsun orada? Hemen buraya gel!' Kulaklarını dikip bana meydan okurcasına bir kaç adım öne çıktı. Ne yapıyordu bu köpek? Şimşek bir kez daha çakıp Liv' i tamamen ortaya çıkarınca köpeğim çıldırmış gibi arkasına bakmadan ormana doğru koşmaya başladı. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Sanki donmuştum, kıpırdayamıyordum.
Bilincim yerine gelir gelmez yağmurluğumu kaptığım gibi kendimi dışarı attım. Fırtına o kadar güçlüydü ki ne yağmurluk, ne başka bir şey fayda etmezdi. Yüzümden akan yaşlara ve sırılsıklam bedenime aldırmadan ormana doğru koşmaya başladım. Ah seni bir bulayım, bak sana neler yapacağım Liv! Ormanın içi sanki yağmurdan korunmak için yapılmıştı. Daha 20 m öncesine kadar çıldırmışçasına yağan yağmurun altında sırılsıklam olan sanki ben değildim. Tuhaf... Ben ilerledikçe yeri bir örtü gibi kaplayan yapraklar altımda ezilip bir ezgi oluşturuyordu. Hafif bir rüzgar dalgalanıp yaprakları etrafımda uçuşturunca çıkan ses ve yağmurun hışırtısını saymazsak orman ölüm sessizliğine sahipti. Hiçbir canlı, yaşanmışlık belirtisi olmaması korkunçtu. Yürüdükçe daha derinlere çekiliyordum. Ve bu beni istem dışı korkutuyordu. Tek isteğim annem uyanmadan Liv' i bulup eve dönmek. 'Liv!' Sesim uzun zamandır konuşmadığımı düşününce oldukça çatlak çıkmıştı. 'Liv, neredesin? Artık eve dönmeliyiz.' Sesimin çıkardığı bu tizlik hariç ormanda bir ses daha yankılandı. Bir yalvarış, yakarıştı. Öyle kuvvetliydi ki buz gibi soğudum. İçime öyle bir korku saldı ki baştan aşağı titremeye başladım. İlerledikçe görüşüm belirginleşti. Evet uzaktaydı. Ama görülemeyecek kadar değil. Benim kartopum bir ağacın altındaydı ve güzelce uyuyordu. Kırmızı bir battaniye ile örtülmüştü üstü. Gittikçe hissizleşen ayaklarım beni ona doğru götürmeye devam ediyordu. Öyle bir çığlık duyuldu ki ormanda...
Bu sesin benden çıktığını ancak bir kaç gün sonra anlayacaktım. Liv oradaydı. Kanlar içinde ve paramparça bir halde. İlk şokun etkisiyle arkamı dönüp içimde ne var ne yok çıkardım. Duramıyordum. Kendime gelmeye başlamış olmalıyım ki yavaş yavaş duyularım yerine gelip hışırdayan yaprakların sesini duymamı sağladı. Yavaşça doğruldum. Ve olabildiğince dik durmaya çalıştım. Liv' e bunu yapan şu an buradaydı. Ve tam tahmin ettiğim gibi arkamda belirip saçımdan bir tutam aldı. Kıpırdamadım. Korktuğumu belli etmeye hiç niyetim yoktu. Hareket etmediğimi görünce oldukça şaşırmış olmalı ki etrafımda dönmeye başladı ve önümde durdu. Eğer az önce içimdeki korkuyu tüketmeseydim görüntüsü karşısında çığlık atabilirdim. Kocaman kırmızı gözleri vardı. Ağzı bir yırtıcı gibi korkunç büyüklükteydi. Ama beni en çok etkileyen (iğrendiren) pençeleriydi. Gırtlaktan gelen boğuk bir sesle konuştu: 'Korkunun kokusunu alabiliyorum. Boşuna uğraşma. Ama cesursun da. Oldukça hemde.' Bu son cümleyi söylerken gözlerini kısıp pençeleriyle yüzümü tuttu. 'Konuşmamaya devam ediyorsun. Kaçmıyorsun da, oldukça ilginç.' Pençelerden biri yüzümü hafifçe çizdi ve yaratığın eline kanımdan bir kaç damla düştü. Pençesini o iğrenç ağzına götürüp kanımı yaladı. Yaptığı Liv' in görüntüsünden daha çok midemi bulandırmıştı. 'Yazık olacak sana melez.' Son kelimeyi sanki çok kötü çok iğrenç bir şeymiş gibi söylemişti. Ne yapmak üzere olduğunu fark edince olağanüstü bir çeviklikle boynumu pençelerinden kurtardım. Evet korkunç bir yaratık olabilirdi ama bir insanın aklıyla asla bir olamazdı. 'Yerinde olsam bu kadar çabuk karar vermezdim.' Sesim bana bile yabancıydı. Yüzü kızgın bir ifadeye bürünürken bu tavrımın onu eğlendirdiğini söyleyebilirdim. Öyle bir hızla hareket etti ki bütün gücümü kaçmaya odakladım. Yaptığımın faydasız olacağını bilsem de. Ve işte saçlarımı yakalamıştı. Bir daha asla saçlarımı açık bırakmayacağım! Kavradığı saçımla beni bir ağaca doğru fırlattı. Çarpmanın etkisiyle sersemlemiş olsam da çabucak toparlanıp kendimi korumaya aldım. Yüzü daha da çirkinleşip (sanki daha fazlası olabilirmiş gibi) bana doğru atıldı. Kendimi yuvarlayıp başka bir ağaca dayandım. Bu kadar hızlı ve çevik oluşum onu oldukça şaşırtmış olmalı ki kendini ağaca çarpmaktan alıkoyamadı. Bu olanlar onu daha çok sinirlendirmişti çünkü kalkar kalkmaz üzerime atıldı. Artık beni bir tehdit olarak gördüğüne emindim. Tam boynumu parçalayacak iken elimle kavradığım odunu kafasına indirdim. Vurmamla yana devrilmesi bir oldu. Kaçmak için ayağa kalktığım sırada pençesini ayağıma batırdı. Ayağımın acısı içimde öyle bir öfke patlaması yarattı ki odunu var gücümle yaratığa indirdim. Vurmaya devam ettim. Yine, yine ve yine! Aklımda tek onu parçalama düşüncesi kalana kadar... Görüşüm yerine geldiğinde nasıl bir şeye dönüştüğümü fark ettim. Yerdeydi. Kanlar içinde ve paramparça. Tıpkı Liv gibi.
Köpeğimi öldüren ve beni öldürmeye çalışan o şey de ölmüştü. Onu öldürmüştüm. Bu düşünce beynimi ele geçirip beni allak bullak etti..
Orada öylece ne kadar süre kaldığımı bilmiyorum. Ayağa kalkıp bir robot gibi yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmeden yürümeye.. Eklemlerim den hücrelerime kadar her yerim ağrıyordu. Gözlerimin acısını hissedene kadar ağladığımı fark etmedim. Vücudumun çeşitli yerlerinden kan akıyordu. Üzerimdeki yağmurluk yırtılmış, beyaz olan gecelik kanla kaplanmıştı. Ormandaki en büyük ve yaşlı olduğunu düşündüğüm ağacın önünde durdum. Neden durduğumu gerçekten bilmiyordum. Gövdesi öyle büyük ve koyuydu ki hem korkunç hem de güzeldi. Dalları göğe doğru yükselip inceliyordu. Bilgelik akıyordu bu ağaçtan. 'Hazır mısın?' Sorulan sorunun o ulu ağaçtan geldiğini anlamam bir kaç saniyemi aldı. Cevap vermem gerekmiş olacak ki soruyu tekrarladı. 'Hazır mıyım? Neye?' Olanlardan sonra bir daha konuşabileceğimi sanmıyordum. Ağzımdan dökülen her kelime boğazımı yakıp geçti. Sorumun cevabı sözcüklerle olmadı ama. ağaç birden sallanıp gövdesinde bir geçit belirene kadar yapraklarını döktü. 'Artık burada kalmazsın Luce. Yaşam mı ölüm mü? Tercih senin.' Kelimelerin gerçekliği bana bir hançer gibi saplandı. Beynimde ki uğultu gittikçe artıyordu. Tercihim yaşamdı belki ama bana ölümü çoktan getirmişti. Attığım adım yeniden doğuşum oldu.
Rp Out: İki sene önce bir Olimpos sitesinde yazdığım giriş rpmdir.
| |
|
Aphrodis Audrey Phyllis Ravenclaw I. Sınıf
Galleon : 50 Mesaj Sayısı : 297
Kişi sayfası Özel Yetenek: Patronus: Irk:
| Konu: Geri: Katherine Rhonda Perş. Ağus. 02, 2012 6:50 pm | |
| | |
|