Rada Markov Dövme Sanatçısı
Galleon : 50 Mesaj Sayısı : 24
Kişi sayfası Özel Yetenek: Patronus: Irk: Büyücü / Cadı
| Konu: markov, rada C.tesi Tem. 14, 2012 4:35 pm | |
| Rada Markov, on sekiz. Böyle sex, drugs and rock 'n' roll kafasında gözükse de değil. Çünkü müzik başını şişirir, ruhu 88 yaşında. Uyuşturucu işine girmedi değil de girdiği insanlar pek cool herifler değildi. Medical marijuana için bilinçli felç olanlar falan... Ama sekse olumlu bakıyor, hayvanlar gibi sevişengillerden hatta. Böyle biseksüel mi, bilmiyorum. Hatun sevişiyor ya işte, hiç duygusal zımbırtısı olmadı. Ailesiyle bile olmadı. Ha aile demişken, zaten Rusya'dan kaçtı. Memnun mu? Evet. Milletin kasıklarına dövme falan yapıyor işte. En büyük fobisi yeşillikler. Tüm sebzelerden itinayla nefret eder. Küçüklükten gelen bir şey bu, hep camdan atardı zaten yemeklerini. O yüzden hep zayıftı. Bir ablası var, Rada ile tamamen zıtlar, ismi inek. Yani inek olsaymış da olurmuş. Çok konuşmaz; ama deli küfreder. Sokakta gördüğü emo kızlar, "büzüşük" olarak hitap ettiği yaşlı teyzeler... Arkadaşı da yok zaten adam gibi. En yakını: Dövme dükkanında birlikte çalıştığı herif, bazen sevişiyorlar, sonra herif bunu reddediyor, Rada'nın da hoşuna gidiyor tabi. Bir ara kendini kesiyordu, vücudunda bir sürü iz var. Dükkana "yolo" dövmesi için gelenleri fantezi oyuncaklarıyla kovuyor. Aslında kafa kız da... Da da da. Bi' de ateist. Saygılı falan da değil. Dövme sanatçısı. Karakterimin kişiliğine ve akademik başarısına göre adam akıllı bir meslek edinebilmesi yanlıştı. - Spoiler:
Pürüz yoksunu, güzel teninde yaralar açmakta olan kıza şaşkınlıkla bakakaldı. Belki de evrenin en pis helâsında yakaladığı bu görüntüyü nasıl nitelemeliydi? Dram, umutsuzluk, acı… Hiçbiri yeterli gelmiyordu ona ve gelmeyecekti de. Tanrının buyruklarının bir temsilcisiymiş gibi hissetmekten vazgeçtiği zamanlarda, onun yarattığı hiçbir şeyin lekelenmemesi gerektiğini savunurdu. Makyaj gibi geçici şeylerden bahsetmiyordu elbette, yalnızca yaratanın kanaatinin faydasının er geç su yüzüne çıkacağından bu kadar emin olabilişi bile korkutucuydu. Ne de olsa mükemmel değildi hiç kimse, güzel çehre sahiplerinin gövdeleri ya da kişilikleri çirkindi. En mühimi de zaaflar olmalıydı. Mesela abisi. Sahi, kaç yıl olmuştu onu görmeyeli? Oysa kalın sesi hala kulaklarındaydı. Bunca vakit ardından aniden karşısında belirip, onu bocalatmasındansa, cehennem yolunu görmeyi tercih ederdi. Cehennem kelimesi miydi tüylerini ürperten yoksa abisinin bıraktığı derin anılar mı? Bu bilinmezlik, onu alıyor, efsunlu bir kutuya hapsedip, yerin millerce kat altına gömüyordu.
Avichayil soyunu lekelediği öne sürülen, zavallı âdemoğlu Benzecry… Aphra, morluklarla örtülü gözleri ve pek de ince sayılmayan dudakları haricinde de hoş bulurdu onu. Sonuçta abisi, senelerce Kudüs’te tek yareni olmuştu. Onunla karşılaşmaktan neden korkuyordu? Geçmişe tekrar döneceği için mi yoksa onu derbeder bir biçimde göreceğinden emin olduğu için mi? Ve buna dayanamayacağını yoldan geçen herhangi biri dahi tahmin edebilirdi. İçgüdülerinin getirisi olan bu perişan düşünceyi, tercih listesine eklenmeyi bekleyenler listesine bile dahil etmiyordu. Vefa vasfından eksik bir mahlûkata dönüşmek… Bir de abisini mi günahkâr olarak biçimlendiriyorlardı?
“Ruhunu kaybeden, dünyayı kazansa ne çıkar?” Yaptığı alıntının kız için herhangi bir mana teşkil etmediğini bilmiyor değildi. Gözleri, kolundan akan kanları takip ederken, kızın acı dolu sesini işitti. “Jaden gitti.” Aphra yutkundu, her şey bundan mı ibaretti? Bir yanı buna değmeyeceğini söylese de konuşurken buldu kendini. “Birini kaybeden tek kişi sen değilsin. Ben de abimi kaybettim.” Derin bir nefes aldı, şimdi kızın dikkatini çekmişe benziyordu. Merakla dolan gözlerini rahatlatmayacaktı, dayanamazdı. Kıza yavaşça yanaştı, çantasından çıkardığı peçeteyle kolunu sildi ve jiletini çöpe attı. Her nasılsa çok da fazla kan kaybetmiyordu kız. Yapay bir gülümseme bırakırken bakır saçlı kıza, midesinin yerinde duramadığını fark etti. Sanki ters dönmüştü.
Aklını kimsenin değer vermediği bir şarkı, dudaklarınıysa bir mırıltıydı ele geçiren. Ve o, bir kez daha düşünüyordu adaletsizliği. Açlık haksızlıktı. Sevgiye açtı ve sevgiye muhtaç bir sürü insan vardı. Her şeyin seksten ve uyuşturucudan ibaret olduğunu düşünmek isterdi. Hayır, dedi kendi kendine. Çok çelişir olmuştu asıl benliğiyle. O zaman kim kurtarırdı onun gibileri? Sahiden kurtarıyor muydu? Hadi ama, işve yoksunu, cilve konusunda tamamen beceriksiz bir dişiydi. Kendine dişi sıfatını yakıştırmıyordu; zira dişilik organına sahip olup, bu unvanı elde etmek fazla basitti. Zoru elde edemeyen bir genç kızın neyineydi zor? Yaşamdı zor olan, Aphra’nın tırnaklarının çekilmesine sebep olan, derisine batan, kalbini simsiyah boyayla karıştıran. İnsanlar da zordu. Tek derdi sevgilisini kaybetmek olmuş insanlar… O birçok yârini yitirmişti: Huzuru, sükûneti, Kudüs’te her zaman gördüğü o çocuğu, abisini. Asla erkekler peşinden koşmamıştı, kana dayanamamıştı, alışılagelmemiş acılar da tatmıştı. Bu yapay dünya için fazla doğal, aciz ve savunmasızdı. Kış mevsiminde doluya tutulan cılız bitkiler kadar acı hissederdi. En yoğun hissinin acı olduğunu fark etti, hayatına basit demekle hata etmişti, daha çok acınasıydı. Yine de ibadet etmekten vazgeçmiyordu. Onu kurtaracak olan kendisi değil, olsa olsa tanrı olabilirdi. Bu eşsiz evreni yaratmış bir kudretliden iyi mi bilecekti düzeni? Değişiyordu.
Yüzünde bir parça beyaz, bir parça siyah, bir parça da lacivert vardı. Saflık ve matemi aynı anda barındırıyor, üzerine de otorite ekliyordu. Tüm zıtlıkları çekmişti yine, tüm ironileri üstlenen, lekelenmiş bir kızdı, fazlası değil. Yüz yaşında bir insanın tüm hayatında yaşadığı şeylerden fazlasını tatmış, düşünmüş, kanamış, toparladığını sanmıştı. Yalnızca kendine karşı fazla iyi bir yalancıydı o. Hayatı basit tatminler üzerine kuruluydu, her şeyin iyi olacağını düşler, bir süre sonra da buna inanırdı. Renkler onu tereddütte bırakmıştı. Kırmızıyı, moru ya da griyi kaldıramayacak kadar azim, asalet ve denge yoksunuydu. Kimsenin arzulamadığı bir hayatı, daha kötülerinin de olduğunu düşünerek yaşıyordu. Biliyordu, şükretmeliydi. Adaletli değildi; fakat adaletsiz de değildi. Suskundu onu tanımlayan kelime, ne var ne yoksa susardı.
Ne insanlar ne de döngü, hiçbir şey değişmiyordu. Aphra hala aynı fırçayla saçlarını tarıyordu, aynı soyadı taşıyordu, aynı ikilemdeydi. Aynı o gibi kokuyordu, nereden bilebilirdi ki onun parfümünü benimseyeceğini? Bir süre kızdı kendine, onu ardında bırakalı yıllar olmuştu. Bencil miydi, cömert mi? Yutkundu, hala boynunda taşıdığı kolye, yüreğini zedeliyordu. Asla yeterince iyi olamamıştı ve olamayacaktı. Abisinin ismini geçen ayların ardından tekrar tekrar anmak, midesine bir kramp daha armağan etti. Hayat acımasızdı, Aphra bile öyle olabilirdi; fakat Benzecry… Hayır, öyle olduğunu iddia etse bile asla öyle olmamıştı. Aphra’ya karşı o kadar iyiydi ki, Aph çareyi bir sürü senaryo yazmakta bulmuştu. Terk edildiğine dair, basit senaryolardı bunlar. Ve biliyordu, eceli geldiğinde bitirilecek bedeni bile onu aramayacaktı. Hayatı acımasızlıkla mı suçluyordu bir de? Hiçbir şeyin kraliçesiydi o, adalet anlayışı bile değişkendi.
Kör yaz ayları, varlıklarını her koşulda belli ediyorlardı. Yazın o eşsiz kokusunu soluyabiliyordu Aphra. O, sadece bir mevsim değildi, her yerdeydi: Genç kızların şortlarında, güneş gözlüklerinde, havuzlarda, kalbinde… Ensesini yalayıp geçen aldatıcı melteme boyun eğiyordu Avichayil kızı. Bir rüyada olduğu fikrine kapılmadan edemiyordu. İç gıdıklayıcı, yosunla kaplı tuğlalara parmaklarını değdirirken, hiç olmadığı kadar mutluydu. Aklına uğrayan her şeyi inkâr edip, rahatlamayı umarken, acı gerçekle yüzleşmesi çok vakit çalmamıştı ondan. “Hey Jude, don’t make it bad. Take a sad song and make it better.” Abisinin kadife olarak andığı sesini hiç beğenmemişti o an. Ondan hoşlanmak, bir riyakârı tanrının varlığına buyur etmek gibiydi. İstemediği, hayatı boyunca kaçacağı bir vaziyetti; fakat dikkatini yitirdiği an, bu hataya düşebilirdi. Kim bilir, belki de çoktan düşmeye başlamıştı.
Padre Pio’nun modernlikten uzak olduğu için bile mükemmel olmaya yetecek atmosferinde kaybolmaya başladı. Bilincini yitirmiş bir deliydi o an, tek arkadaşlarına kavuşmuş bir deli. Kaç saat orada kaldı ve kalacaktı bilmiyordu. “Merhaba.” Sadece o an bile tanrıya inancını kuvvetlendirmeye yetti. Kader miydi bu, tesadüf mü? Hangisine inanıyordu? Arkasındaki raftan destek aldı, suçlu hissediyordu. Önce tanrıyı küçümsemiş, ardından af dilemişti, şimdiyse ondan öteye birini koymaya çalışıyordu. Annesi olsa kızartmaz mıydı sol yanağını? Ondan hoşlanmak, bir riyakârı tanrının varlığına buyur etmek gibiydi. İstemediği, hayatı boyunca kaçacağı bir vaziyetti; fakat dikkatini yitirirse her an bu hataya düşebilirdi. Kim bilir, belki de çoktan düşmeye başlamıştı. “Merhaba Jude.” dedi titrek bir sesle. Tam bakışlarını kaçırmaya karar vermişti ki, çocuğun sağ yanağına düşmüş uzun kirpiği fark etti. “Sağ mı sol mu?” diye sordu kendine engel olamayarak. Adamın anlam veremediğini fark etti. Tek ihtiyacı olan biraz deli imajı çizmekti, gerçekten. “Sağ.” İşaret parmağını adamın yanağına götürdü. Bilinçli bir biçimde kirpiği almak için biraz uğraştı. En son ne zaman gülümsediğini hatırlamıyordu. En büyük gülümsemesi kaçıverirken ondan, “Bir dilek tutmalısın.” dedi bir çırpıda. Yanaklarının kızarmasına engel olamamaktan nefret ediyordu. “Tek batıl inancım, üzgünüm.”
| |
|
Aphrodis Audrey Phyllis Ravenclaw I. Sınıf
Galleon : 50 Mesaj Sayısı : 297
Kişi sayfası Özel Yetenek: Patronus: Irk:
| Konu: Geri: markov, rada C.tesi Tem. 14, 2012 4:41 pm | |
| | |
|